Filistinliler Toprak Sattılar mı?

Siyonist lobiler Amerika’da: “Filistin boş bir araziydi, bir çölden ibaretti. Biz girdik ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir” diye propaganda yapıyorlar. İslam âlemine yönelik olarak ise: “Filistinliler kendi topraklarını kendi elleriyle sattılar, biz de büyük paralar verip satın aldık” diye propaganda yapıyorlar. Burada çok açık bir çelişki dikkat çekmektedir. Çok fazla tarihe gitmeye gerek yok. Bugün yaşanan vakıa her iki iddiayı da yalanlamaktadır.

Bugün Filistin’in içinde üç buçuk, Filistin’in dışında ise beş milyon civarında olmak üzere dünyada toplam 8,5 milyon Filistinli yaşamaktadır. Filistin’in dışındakilerin tamamına yakını, Filistin’in içindekilerin de yarıya yakın bir kısmı mülteci durumundadır. Yani tehcire tabi tutulmuş, göçe zorlanmışlardır.

Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 28.220 km2’dir. Bunun bir bölümünü Nakab çölü oluşturmaktadır. Burası hâlâ ihya edilmemiştir ve ihya edilmeye de müsait değildir. Sadece bazı bölümleri otlak olarak ve küçük çaplı tarım için kullanılmaktadır. Bir de İsrail bu çölü Filistinli tutsakları atmak için kurduğu bazı zindanlar ve meşhur Dimona nükleer santralı için arsa olarak kullanmaktadır. Fakat bununla birlikte Nakab çölünü de dâhil ederek nüfus yoğunluklarına bir bakalım: Dünyadaki tüm Filistinli nüfus halen burada yaşıyor olsaydı, tehcire tabi tutulmasaydı ve dışarıdan Yahudi göçü olmasaydı, bu topraklarda km2 başına 300 kişi düşüyor olacaktı. Türkiye’de km2 başına ortalama 80 kişi düşmektedir. Yani Filistin’deki nüfus yoğunluğu Türkiye’dekinin 4 katına yakın olacaktı. Halen de nüfus yoğunluğu bu civardadır, çünkü göçe zorlanan Filistinli sayısına yakın sayıda Yahudi dışarıdan göç ettirilmiş, bunların bir kısmı intifada dönemlerinde tersine göç etmiştir ve şu anda 4.5 milyon civarında Yahudi nüfus bulunmaktadır.

Peki, nasıl oluyor da boş araziye mensup nüfus bu kadar büyük bir yoğunluk oluşturabiliyor? Zaten Lübnan’da, Suriye’de, Ürdün’de, Gazze’de ve Batı Yaka’da kurulan mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı Siyonistlerin söz konusu iddialarını yalanlamıyor mu?

filistinliler toprak sattı mı 6

***

İşgalci Siyonistler, Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin de buraları almak için büyük paralar ödediklerini söylüyorlar. Peki, sattıkları araziler karşılığında büyük paralar alanların bugün gittikleri ülkelerde mülk edinmiş ve rahat bir hayata kavuşmuş olmaları gerekmez miydi? Bunların hepsi de herhalde o kadar büyük miktarlarda paraları birkaç günlük zevkleri için çarçur edecek ya da kumarda kaybedecek kadar aptal değillerdi. Oysa Filistinliler zikrettiğim yerlerde kurulmuş mülteci kamplarında tam anlamıyla sefalete mahkûm durumdadırlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının ellerine bakmaktadırlar. O insanların yaşadıkları hayatı ben gözlerimle gördüm. Arzu edenler gidip görebilirler. Bir insan kendi öz mülkünü kendi eliyle satıp da sefaleti tercih eder mi? Bu durum o insanların, arazilerini satarak değil de tehcire zorlanarak topraklarını terk ettiklerinin akli bir delilidir.

***

Filistin’den dışarıya toplu göç 1948 Savaşı’nda başlamıştır. Bu tarihten önce toplu göç olmamıştır. Bu olay Filistin dışına çıkan Filistinlilerin yurtlarını, topraklarını satarak değil de savaş yoluyla ve kendilerine karşı şiddete başvurulması sebebiyle terk ettiklerinin delilidir. Çünkü Yahudi örgütleri toprak satın alma konusunda en yoğun çalışmalarını 1948’den önce yürütmüşlerdir. Bu tarihten sonra tehcir yoluyla zaten geniş arazilere el koymuşlardır.

***

İsrail işgal devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerini Yahudi göçmenlere vermek amacıyla “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” başlığı altında bir kanun çıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yüz binlerce dönüm arazi Yahudi göçmenlere peşkeş çekildi.

İşgal devletinin zaten 55 seneden ibaret olan tarihini objektif bir bakışla incelerseniz bu kanun ve uygulanışı hakkında bilgi edinmeniz mümkündür. Şimdi burada bir çelişki ortaya çıkmıyor mu?

Mademki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar “terk edilmiş araziler” hükmüne girdi. Milyonlarca dönüm arazinin “terk edilmiş” olması Siyonistlerin oralara satın alma yoluyla değil de şiddete başvurarak, insanları zorla göç ettirerek yerleştiklerinin apaçık delilidir. Her akıl sahibinin rahatça tahmin edebileceği gibi bir aile kendi öz toprağını keyfi olarak kendine düşmanlık bayrağı açanlara terk edip de diğer tarafta sefaleti tercih etmez.

***

İsrail bugün mülteci durumundaki Filistinlilerin geriye dönme haklarını red konusunda oldukça ısrarlı davranıyor. “Yol Haritası” planını kabul edebilmek için de mültecilerin vatanlarına dönüş haklarının reddini şart koştu. Peki, neden bu insanların yurtlarına dönme haklarını red konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor?

Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi.

Ama öyle değil. Göçe zorlanan insanların arazilerine “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” yoluyla el koyduklarından mülteciler yurtlarına döndüklerinde o terk edilmiş arazilerin gerçek sahipleri ortaya çıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak.

İşte bütün mesele bu. Sadece bu gerçek bile Siyonistlerin “Filistinliler topraklarını sattılar” iddialarını yalanlamaya yetebilir.

***

Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda Yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7’si.

Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk Yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla 1917’de Filistin’in işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.

300 bin dönümünü İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları Yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.

200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, Yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satış işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti.

600 bin dönüm araziyi de kendileri Filistin dışından olan, Lübnan ve Suriye’de ikamet edip Filistin’de mülk edinmiş bazı Arap kökenli toprak ağalarından satın almışlardır.

Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani Yahudilerin 1948’e kadar edindikleri arazilerin 8’de 7’sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.

250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9’una (binde 9’una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin’i terk etmek zorunda kalmışlardı.

Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim:  Bir halk hakkında hüküm verirken % 0,9’un tavrına göre mi yoksa % 99,1’in tavrına göre mi hüküm verilir?

Filistin halkının en az % 99’u göçmen Yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer Yahudi göçmenlerin, Yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.

Yahudi göçmenlerin 1948’den sonra gayrimenkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.

***

Filistinlilerin arazilerini sattıkları iddiasını bu halk aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya çalışanların da itiraf ettikleri gibi arazilerini satanlar Filistin topraklarını terk etmişlerdir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Filistin halkının oldukça basit bir kısmını teşkil eden bu insanların, ya aldıkları paralarla başka yerlerde mülk edinmek amacıyla ya da şiddetli tepkilerle karşılaşmaları sebebiyle Filistin topraklarını terk ettikleri bir gerçektir. Yani bugün Filistin topraklarında yaşamaya devam edip de o toprakların İslami kimliğini savunanlar, her türlü zorluğa katlanarak, sürekli ölümü başlarının ucunda hissederek direnenler, toprak satanlar veya onların çocukları değildir. Bu durumda bu insanların başlarına gelenlerin, arazilerin Yahudilere satılmasından kaynaklanan ceza olduğunun iddia edilmesi Allah’ın adaletine bir iftira olmaz mı?

***

Siyonistlerin söz konusu iddiaları ortaya atmalarının temel amacı Müslüman halkların Filistin davasına ilgilerini zayıflatmak ve Filistin halkının mağduriyetine bigane kalmalarına sebep olmaktır. Ne yazık ki bu konuda amaçlarını İslâm dünyası genelinde kısmen Türkiye’de ise büyük ölçüde gerçekleştirdiklerini de görüyoruz. Çünkü Filistin davasına ilgisiz kalanlar genellikle “toprak sattılar” iddiasını kendilerine gerekçe gösteriyorlar. Oysa İslam tüm Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bir kimse kardeşini herhangi bir hatasından dolayı canavarın önüne atmaz.

Siyonizm’in Filistin halkına layık gördüğü zulüm bir canavarın yaptığından farksızdır. Bu durumda o insanların mazlumiyetlerine ve mağduriyetlerine bigâne kalmamıza, “toprak sattılar” iddiası gerekçe teşkil edebilir mi?

Kaldı ki bu iddia, yukarıda ifade ettiğimiz üzere şu an Filistin topraklarında varlık mücadelesi verenleri ilgilendiren bir iddia olmadığı halde o insanlar üç ayrı zulme maruz kalıyorlar:

Bir: Topraklarını gasp eden işgalcilerin zulmüne.

İki: Kendilerinin işlemedikleri bir hatadan dolayı iftiraya maruz kalma zulmüne

Üç: O hatayı işlemiş olanların zulmüne. Buna bir de Müslümanların o hatayı gerekçe göstererek davalarına bigâne kalmalarını eklerseniz o insanların her yönden mağdur oldukları sonucuna varırsınız.

***

Filistin davası kuru bir toprak meselesi değildir ve sadece Filistinlilerin omuzlarında taşımaları gereken bir dava da değildir. Bu dava tüm ümmeti ilgilendiren ve inançla bağlantılı bir davadır. Dolayısıyla Filistinlilerin tamamı bu davayla ilgilerini kesseler bile yine İslam ümmetinin Filistin davasına sahip çıkması ve Siyonist işgale karşı mücadele etmesi gerekir.

*********************************************************************

Filistinli Mülteciler Siyonistlerin İddialarının İftira Olduğunun Canlı Belgeleridir

Bugün muhtelif mülteci kamplarında sefalet içinde yaşayan Filistinliler ve onların yurtlarından çıkarılmalarının, geride bıraktıkları mülklerine el konulmasının öyküsü de işgalci Siyonistlerin “Filistinliler topraklarını sattılar” iddialarını yalanlayan canlı belgelerdir. Bu yüzden bu konuya da biraz temas etmekte ve mülteciler dosyasını biraz açmakta yarar görüyoruz.

***

Bugün dünya üzerinde Filistinlilerin sayısı 8.5 milyonu bulmuştur. Bu nüfusun sadece 3.5 milyonu Filistin toprakları içinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında onların da çoğu mülteci kamplarında yaşıyorlar. Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekânları değiştirilmiş, mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının % 60’ı ikamet ettikleri yerlerden silah ve şiddet yoluyla çıkarılmışlardır. Bu vakıa Siyonist işgalin sebep olduğu tehcir gerçeğini gözler önüne sermektedir. O insanların bu şekilde tehcire zorlanmaları topraklarını satmama konusunda gösterdikleri kararlılıktan kaynaklanıyordu. Aksi takdirde topraklarını satarak büyük paralar alabilir ve Filistin dışında rahat bir ortama yerleşebilirlerdi.

***

Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudilerin % 78’i, bu topraklar üzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları ise Filistin topraklarının tümünün % 15’ine tekabül etmektedir. Kalan % 22’lik nüfus ise Filistin topraklarının % 85’ine tekabül eden bölgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin dönümdür. Onların kullandıkları araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle ve daha önce sözünü ettiğimiz terk edilmiş topraklarla ilgili kanunun işletilmesi suretiyle işgalcilerin eline geçmiştir. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yahut sürgünde yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin Yahudi ailesine dağıtıldı. İşgal devleti bu mültecilerin yurtlarına dönmelerini engellemek için var gücüyle çalışıyor ve herhangi bir “barış (!)” anlaşması imzalanabilmesi için göçe zorlanan bu beş milyon Filistinlinin yurtlarına dönüş haklarından kesinlikle vazgeçmelerini şart koşuyor.

***

Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da % 90’ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Bu boşaltma ve yıkım işlemi de göçe zorlama politikasında kullanılan bir metottu. Eğer ki Filistinliler topraklarını elleriyle satmış olsalardı işgalcilerin böyle bir metoda başvurmalarına gerek olmayacaktı.

***

Filistinli mülteciler maruz kaldıkları bütün zorluklara rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmemekte ısrarlıdırlar. Mülteci kampları belki onlar için adeta birer bekleme salonları olmuştur. Onlar isteselerdi biraz daha iyi ortamlarda yaşamanın yollarını araştırıp yurtlarına dönüş haklarının peşine düşmeyebilirlerdi. Ancak sırf bu haklarından vazgeçmemek için oralarda beklemeyi ve onca zorluğa katlanmayı tercih ediyorlar. İsrail işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin bütün entrikalarına rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmediler ve vazgeçmeyeceklerini de ısrarla söylüyorlar. Eğer ki topraklarını satmış olsalardı böyle bir haktan söz etmeleri bile mümkün olmazdı. Topraklarına sahip çıkma hassasiyeti taşımasalardı mülteci kamplarında beklemek yerine Siyonizme destek veren uluslararası güçlerin sunduğu imkânlardan yararlanarak bir yerlere yerleşmeyi tercih ederlerdi. Onları göçe zorlayan şey, vatanları konusunda duyarsız olmaları değil Müslümanların kendilerini yalnız bırakmaları ve İslam coğrafyasında ortaya çıkan kukla yönetimlerin işgalcilerin arkasında duran emperyalistlerle işbirliği yapmalarıdır. Zaten her savaşta bu tür toplu göç olayları olur. Çünkü kalabalık kitlelerin bütün fertleri savaşma gücüne sahip değildir.

filistinliler toprak sattı mı 3

*********************************************

Yahudilerin Filistin’e Yerleşmeleri

Aslında burada problem Yahudilerin Filistin topraklarında ikametlerinden ziyade Siyonizm ideolojisiyle birlikte gelen işgal olayından kaynaklanmaktadır.

Osmanlı döneminde normalde Yahudilerin legal yollarla ve herhangi bir tehdit oluşturmayacak şekilde Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olunmuyordu. Ancak Basel konferansından sonra Siyonizm’in teşkilatlı bir hale gelmesinden ve Filistin topraklarında bir devlet kurma çalışmaları başlatmalarından sonra Osmanlı sultanı II. Abdülhamid Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini ve buralardan toprak satın almalarını engellemiştir.

Ne var ki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihanetiyle onun bu konuda aldığı tedbirler kaldırıldı. Zaten söz konusu cemiyetin mensuplarını incelerseniz birçoğunun Yahudi veya dönme olduğunu görürsünüz.

Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin en önemli sebebi de Siyonistlerin Filistin’le ilgili emellerinin önüne set çekmesidir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908 ihanetinden sonra Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri kolaylaştırıldı. Fakat buna rağmen yine de Yahudi göçünde söze gelir bir artış olmadı. Sonra İngilizlerin 1917’de bu toprakları işgal etmeleriyle Yahudi göçünün hızlandırılması için önemli teşvikler oldu. Daha önce de zikrettiğimiz üzere İngiliz işgalciler, vergi zulmü yoluyla Filistinlilerden zorla aldıkları arazileri Yahudilere bedava dağıttıkları halde yine de göçte istenilen oranda bir artış olmadı. En büyük göç dalgası 1933’te Avrupa’da Nazi fırtınasının estirilmesinden sonra başladı.

1933’e kadar İngiliz işgalcilerin tüm teşviklerine rağmen Filistin topraklarına yerleşen Yahudi sayısı 150-200 bin civarındaydı. Bunların da epey bir kısmını Osmanlı döneminde yerleşmiş olanlar oluşturuyordu. Nazi tehdidinden dolayı Filistin’e göç eden Yahudilerle 1945’e kadar bu nüfus 800 bine çıktı.

Gelen Yahudilerin hepsi tabii ki toprak sahibi olarak gelmiyorlardı. Filistinliler o zaman Yahudi akınına karşı mücadele ettiklerinden öyle kırsal alana pek yayılmıyor daha çok şehir merkezlerinde veya Siyonist örgütlerin kurduğu yerleşim merkezlerinde toplanıyorlardı.

Bugün bile Filistin topraklarına yerleştirilmiş Yahudi nüfusun % 78’i şehirlerde ikamet etmektedir. O dönemde Siyonist oluşumlar göçmen Yahudilerin gençlerini kullanarak çeşitli terör örgütleri kurdular. Bu terör örgütlerinin gerçekleştirdiği katliamları Filistin tarihiyle ilgili kitaplardan okumanız mümkündür. Bütün bu katliamların ve saldırıların amacı Filistinlileri yıldırmak ve üzerlerinde bir tehdit gücü oluşturmaktı. Ancak yaptıkları bütün saldırılara rağmen bir “İsrail” devleti kurulmadan önce Filistinlileri göçe zorlama konusunda başarılı olamamışlardır.

“İsrail” devletinin ortaya çıkması ise Siyonist terör örgütlerinin başarısıyla değil, emperyalist güçlerin yardımlarıyla ve Arap ülkelerindeki kukla yönetimlerin ihanetleriyle olmuştur. İşte bu ihanetin sonucunda bir işgal devleti ortaya çıkmış ve Filistinlilerin göçe zorlanması da o devletin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Yahudilerin geniş mülkler edinmeleri, büyük arazilere el koymaları da bundan sonradır.

filistinliler toprak sattı mı 2

Meselenin Özü

Bizim burada verdiğimiz bilgilerden, Filistin toprakları üzerinde Yahudilere hiçbir şekilde toprak satılmadığı iddiasında bulunduğumuz anlaşılmasın.

Yahudilerin o topraklarda mülk sahibi olmalarının tarihiyle ilgili verdiğimiz özet bilgiler de gösteriyor ki Siyonistlerin arazilerin bir kısmını satın alma yoluyla elde etmişlerdir.

Dolayısıyla tarihi araştırmalarda bu satın alma olaylarının belgelerine de rastlanması mümkün olacaktır. Ancak eski Kudüs müftüsü Emin el-Huseyni’nin araştırmalarında da ortaya konduğu üzere satın alma yoluyla elde ettikleri mülklerin 650 bin dönümünü kendileri Filistin’de ikamet etmeyen toprak ağalarından almışlardır. 250 bin dönümünü de bazen araya hilekâr aracılar sokmak, bazen de insanların dünyalığın cazibesine kendilerini kaptırma konusundaki zaaflarından yararlanmak suretiyle alabilmişlerdir. Aracılık edenler arasında rüşvetçi yöneticiler de yer almışlardır. Bu şekilde rüşvetçilik yapan yöneticiler arasında Osmanlı Devleti tarafından tayin edilenlerin de bulunduğu tarihi belgelerin incelenmesi neticesinde görülecektir.

Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi her halkın içinde bu tür çıkarcılar, ihanet edenler bulunur. Ayrıca tarihi belgeler ihanet edenlerin sadece Filistinlilerin değil Osmanlı Devleti’nin tayin ettiği yöneticilerin arasından da çıktığını göstermektedir.

Bu şekilde ihanet edenler, en başta kendi halklarına ihanet etmektedirler. Dolayısıyla Filistin halkı bu şekilde ihanet edenlerin ortağı ve hamisi değil, onların ihanetlerinden birinci derecede zarar gören kitledir. Bu durumda ihanet edenlerin kötülüklerinden zarar görenleri suçun ortağı olarak göstermek büyük haksızlık olur.

Filistin’de direniş ve mücadelenin içinde olanlar toprak satışına her zaman karşı çıkmış ve toprak satan ya da aracılık eden kişilere karşı sert tavır almışlardır. Bu konuda eski Kudüs müftüsü Emin el-Huseyni’nin verdiği bilgiler meselenin özünü ortaya koyacak niteliktedir. Emin el-Huseyni, konuyla ilgili bir soruya verdiği cevapta Yahudilerin toprak satın almalarının tarihi hakkında özet bilgiler verdikten sonra şöyle diyor:

“Görüldüğü gibi Yahudilerin söz konusu dönemde ele geçirdikleri arazilerin sekizde yedisi tamamen Filistinlilerle ilgisi olmayan yollardan onların eline geçmiştir. Bununla birlikte arazilerini gönüllü olarak satan veya bu işin simsarlığını yapanlar içinde Filistin topraklarını terk ederek başka ülkelere iltica edenler dışında bir tek kişi Filistin halkı tarafından cezalandırılmaktan kurtulamamıştır. Bunlardan bazılarının mal karşılığında affedildikleri yönündeki iddialar ise kesinlikle doğru değildir. Bu türden hiçbir gelişme olmamıştır. Bilakis tam aksi olmuştur. Bizim yıllık olarak düzenlediğimiz Âlimler Kongrelerinde ve dini heyetler toplantılarında arazilerini satanların veya bunun için simsarlık yapanların küfrüne hükmediliyor, mürted olduklarına hükmediliyor, dolayısıyla kendileriyle tüm ilişkiler kesiliyor ve öldükleri zaman da Müslümanların kabristanlarına gömülmüyorlardı. Hatta Hıristiyan Ortodoks din adamlarının bir kongresinde buna benzer kararlar alınmıştır.”

1936 direnişinin de önderi olan müftü Emin el-Huseyni’nin bu sözlerini aktardıktan sonra artık fazla söze gerek olmadığını düşünüyoruz

Ahmet Varol’un yazısından düzenlenmiştir.

GÖSTERİM